Sınav Kaygısı
Bir. İki. Üç. Akabinde silah sesi.
Böylelikle, yarış atları, jokeyin hâkimiyetinde sürülür hipodroma.
İzleme kabinlerinde de, yarışseverler dualarıyla-veryansınlarıyla eşlik ederler yarışa.
Jokeylerin tek gayesi vardır: “Kazanmak”
Yarışseverlerin tek dileği vardır: “Kazandırmak.”
Bu benzetmeleri “metalaşan insan” içinde kullanabiliriz.
(Silah sesi: Sınav Başlangıcı, Jokey: Sistem.)
(Yarış atları: Öğrenciler, Yarışseverler: Ebeveynler. )
Çünkü hayatımıza giren sınavlar, yaşam döngümüzde öncü konumuna düşebiliyor.
Bu uğurda, ya cennetle müjdeleniyorsun. Kazanmanın ödülü olarak.
Ya da cehennemle korkutuluyorsun. Kaybetmenin bedeli olarak.
Ortası yok, başka bir seçeneğin de yok.
Bu dayatmada kaçınılmaz olarak, sınav kaygısını doğuruyor.
Birey sınavı kazanmak adına, ailenin kışkırtması, eğitmenlerin zorlamaları, çevrenin dolduruşları ile,
“Dershaneler-test kitapları-özel dersler-konu tekrarları-etütler “ zincirine odaklanmaya,
Bu uğurda yaşatılmaya mecbur kalıyor. Sınavlar metotları tartışılsa bile,
Kariyer edinmek, hayatı kazanmak, bilgi derecesini ölçmek için gereklidir.
Sınavları hayatımızdan silemeyiz. Ama onunla ilgili algımızı değiştirebiliriz.
Bu konuda en iyi misal: Hz. Mevlana’nın “Şeb-i Arus” geleneğidir. Yani, Ölüm düğünü.
Denilebilir ki, İslami bir ritüeli nasıl bağdaştırabiliriz sınav kaygısıyla.
Şöyle ki, insanın hayatta en çok korktuğu eylem, ölümdür.
Çünkü ölüm varlığın bitişi, silinişidir. Ölüm sonrası ise bir kördüğüm, bir bilmecedir.
Ama mütefekkir, şair olan Hz. Mevlana ölümü olumlu bir misyon addetmiştir.
“Yaratana kavuşma, onunla bütünleşme ve aslına dönme” olarak ifade etmiştir.
Yani, ölüm bir fobi unsuru değildir. Onu korkunç, kötü kılan bizim düşünce sistemimizdir.
İşe düşünce sistemimizi güncelleyerek, ihtiyaç halinde “sil baştan” değiştirerek başlamalıyız.
Sınavı bir amaç değil, bir araç olarak görmeliyiz.
Güzergâhı kontrolümüzde olan, yoldaki bir mola yeri bilmeliyiz.
Yarışanın bilgilerimiz olduğunu, karakterimiz olmadığını anlamalıyız.
Mekanik bir aygıt olmadığımız için,
Milletin koro misali dikta ettiği “Öğrenciler plan çizelgesi yapsın” safsatasına kulak asmamalıyız.
Canımız istediğinde yemeli, içmeli, gezmeli, eğlenmeli
Ama vicdani melekelerimize ters düşmeyecek şekilde,
Ders ve dersi gerektiren öğelere de zaman ayırmalıyız.
Bunu bir angarya değil, peygamberimizin “İlim, Çin’de de olsa gidin” prensibi ile
İlişkilendirip, zor görüneni kolaya, karmaşık görüneni sade bir konuma indirgeyebiliriz.